5/06/2006

EDEBİYATTA, SANATTA, HAYATTA KOPYA!
21. yüzyıl, 20. Yüzyılın kopyası olacak!


SAYI: 20 MART 2003

YENİ KUŞAK 21. YÜZYILI FETHEDECEK!

- Acele etme. Yeni yüzyıl henüz başlıyor.
Amin Maalouf – Semerkant

Her yüzyılın ilk on beş yılı, kayıp kuşaklara ayrılmıştır. Kayıp kuşaklar, başarısız devrimler ve kısır üretimle görevlendirilmiştir. Yüzyılın ilerleyen çeyreklerinin gölgesinde kalacak soluk bir resim, savaşlarla kırılacak, bilimsel devrimlerle alaya alınacak, sonraki kuşaklar tarafından hor görülecek, ve sadece önünde gidenlerce değil, arkasında taşıyıp henüz bütünlüğünü ve anlamını kavrayamadığı o koca yüzyıl tarafından da bir hamam böceği gibi ezilecek bir kuşaktır kayıp kuşak. Önceki kuşaklar gibi büyük toplumsal hareketlere, edebiyat akımlarına, radikal ters yüz etmelere itici güç olacak bir nebze gücü olmadığı için, bölünemeyen, sınıflandırılamayan, dolayısıyla şiştikçe şişen, şekilsizleştikçe şekilsizleşen, gittikçe zavallılaşan koca kuşak: On sekizliklerle otuz beşliklerin horgörü ve kendini bilmezlik içinde beraberce tıkışıp kaldıkları bir kuşak.

Sahiplenemediği ve anlamlandıramadığı yüz yıllık bilgiyi aynadaki sersemlemiş görüntüsünde arayıp bulamayan, kendi yokluğunu ancak sezebilen, sezdikçe de o boş vakuruyla kendini “kaybeden” olarak adlandıranların kuşağıdır yeni yüzyıl kuşağı.

Bu kuşağı politik olarak tanımlamak yeterli mi? Yani depolitizasyon kuşağı olarak – 80 kuşağı. Depolitizasyon, kayıp kuşağın omurgasıdır. Şüphe yok ki duruş bozukluğunu açıklamakta yararlı olacaktır. Ama bir yüzyıl bittiğinde ve artık bir bütün haline gelip parçalarının ötesinde bir anlam kazandığında, o yüzyılın hantal ağırlığını alıkoyup da bilgisini ileriye aktarması gereken arada kalmışların tek alamet-i farikası duruş bozukluğu değildir.

Depolitizasyon meşrulaşmıştır. Duruş bozukluğunun kalıcı sakatlıkla sonuçlanacağı da çoktan kabul görmüştür. Küfür ve hayıflanma tanıma dahil edilmiştir. Şimdi sırada başka kabuller var:

Kayıp kuşak, özürlü kuşak. Özrünü taşımayı öğrenecek. Taşıdığı yükü öğrenecek. Balık hafızası, ileri görüşsüzlüğü ve inançsızlığını memuriyete dönüştürecek. Dersini milli eğitim mantığıyla alacak: Öğrenmek, kopya ve ezbere dayanır. Kopya, yeni bir şey üretemeyecek olanların kendini var etme yoludur. Aynı zamanda geçmiş bilgiyi, geleceğe aktarmak üzere koruma yoludur. Ezber, tekrar etmekle mümkündür. Ezberdeki metin, orijinal metnin kopyasıdır, aktarılma biçimidir. Ezber, orijinalin fotokopiyle çoğaltımıdır.

Yüzyılın ilk çeyreği, öncekinin ekonomik, siyasal, toplumsal özrünü kapatacak yeni bir düzen arayışı sürecinde savaşların, krizlerin, sakatlanmaların gölgesinde geçecek. Aynı şekilde, genetik devrimin tutarsız hazırlıklarının gölgesinde. İler tutar kadavralardan yeni bir etik çıkarma çabasının gölgesinde. Bilim, zaten değersiz ve çıkışsız olandan yeniye giden yolu biliyor – bilim, genetik kopya için çalışıyor. Geçmişin ve yakın geleceğin gölgesindeki ah zavallı, vah zavallı yeni yüzyıl kuşağı da kopyayı öğrenecek – kopyalayarak, kopyaladığını da öğrenecek.

Başta da söylendi, kopya, yaratıcılıktan nasibini almamış olanların kendini var etme yoludur. Üretimde bulunmak adına üretimdir. Artık, yakaya iğreti tutturulan yaratıcılık iddiasından vazgeçilmelidir. Yaratıcılığın bu kuşağın harcı olmadığı tecrübeyle sabittir. Yaratıcılığı gelecek kuşağa aktarmanın tek yolu, onu sakatlama, eritme, yozlaştırma hırsını bir kenara koymaktır. Gözden çıkarılması en kolay olanlar, zaten sahip olmadıklarımızdır. Böylece, söylenecek hiçbir şeyin yeni olamayacağı -ki bu yüzyıl önce de böyleydi- ilan edilmiş oluyor. Yaratıcılık öldü, yaşasın kopya.

Kopya, özürlünün dilidir. Özürlünün ifadesi olacak. Yaşlı ve kokuşmuş genlerin yeni bedene zerk edilmesi olacak. Renk ve özgünlükten yoksun fotokopi, 21. Yüzyıl başının alamet-i farikası olacak.

21. yüzyıl, 20. Yüzyılın kopyası olacak!


YENİ KUŞAĞI SELAMLA!

... Fakat önünde kendiliğinden açılan bu yolda gerektiği gibi yürüyemedi. Fikirlerimiz, onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler. [Onda] bu kuvvet yoktu. Kafasında birdenbire kopan ihtilalin istediği kadar hür değildi. Engine, geniş ve kurtarıcı düşünceye, onun aydınlığındaki savaşa açılacağı yerde, birbirine çok yakın bir takım iskelelere benzeyen bir kaç kelimenin üzerinde takılıp kaldı. Onları avucunun içinde şakırdattıkça bütün anahtarlar kendindedir sanıyordu. Hakikatte bir türlü atlayamadığı bir eşiğin üstünde kararsız ve biçare, ne geriye, ne ileriye kımıldamadan kalmıştı. Bunu anladığı zaman bu kelimeleri de bıraktı. Daha ziyade nefsi karşısında sarih olamayanları bekleyen koyu bir bedbinliğe düştü.
Ahmet Hamdi Tanpınar – Mahur Beste.

Bu kuşak zorunluluktan bir araya gelmiş bir kuşaktır. Sahip oldukları değil olmadıkları, yaptıkları değil yapmadıkları onu oluşturdu. Bu kuşak için seksen darbesi, bebekliğinde değilse, çocukluğunda televizyonda gördüğü, mağaralara girip çıkan askerlerin görüntülerinden ibaretti. Hiç tanımadığı değerlerin paramparça oluşuna tanıklık etti. Kendi ülkesinde turist oldu. Seçim yapmanın optik kağıt üzerinde meslek seçmek ve sonra da bar taburesinde eş seçmek olduğunu zannetti. Uzaktan kumandayla büyüdü, hayatında birkaç kez dolmakalemle mektup yazdı. Bilginin teknik bir terim olduğuna yürekten inandı. Hayatın bir amaç uğruna sürdürüldüğü zamanlara buruk bir alaycılıkla bakmayı kolay öğrendi, içi boş bir alaycılıkla. Kimliksizliği parola edindi. Tüm öncellerinden üstün olduğuna inandı, sonra arkaik çağlarda kaldığını sandığı savaş ve kriz tarafından üstünlüğü lekelendi. Onuru kırıldıkça köpekleşti. Kendinden önce gelen her şeyi koşulsuz olarak lanetledi. Ama sonunda yüzyıl bitti, ve tarih en korktuğu şeyi gerçekleştirdi: onu tanımladı ve sırtına bin yılın değil ama yüzyılın sorumluluğunu yükledi. Ve böylece her şey ortaya çıktı: 19. Yüzyıl bize ne kadar uzaksa 20. Yüzyıl da sonraki kuşaklara o kadar uzak olacak. Kandırıldık. Biz doğmakta olanın değil ölmekte olanın tarafında kaldık. Kendi balık hafızamızla kendi tarafımızı ölüme mahkum ettik. O yüzden şimdi can havliyle ölmekte olanı diriltiyoruz. Onu kopyalıyoruz. Çünkü şimdilik onu dönüştürecek güçten yoksunuz. Bu bir taktik değildir, bu savunulacak bir geri duruş değildir, bu aptalın hayatta kalma denemesidir. Politik olarak doğru değildir. Politik olarak doğruları olmayan bir kuşaktır yeni yüzyıl kuşağı çünkü kinizm bu kuşağa sebatla öğretildi. Kuşak, geçmişe bakmayı o geçmişi yaşamış olup da panik halinde reddedenlerden öğrendi. Tek politik duruşu inkar oldu. Şimdi kendi başına öğrenmeye çalışıyor. Ama özürlü işte... Özrünü kendisini eğiten tuhaf düzenden aldı. Ve şu yüzyıl sonunun onu koyduğu yere bakın! Yüklendiği sorumluluğa bakın! Biçare yeni kuşağı selamlayın...


DERS: KOPYA NEDİR?

Kopya, ilkokul sıralarından internete terfi eden zincir mektuplar gibi işleyen bir süreçtir. Para vererek alınır, fotokopicide çoğaltılarak eşe dosta satılır ve böylece okuyanın bir şey yaptığını hissetmesini sağlar. Biraz da para kazandırır – kopyacının çağının standartlarına uygun bir pazarlama kafası ve geniş çevresi varsa, daha da iyi hissettirir.

Kopya yeni fikirler ve yeni bir dünya görüşü içermez (ne haddine!). İçten içe bunları ortaya koyduğunu düşünen ama bunu açıkça ifade etmeye cesareti olmayan –ki bunun için haklı sebepleri var- bir grubun, üretimsizlik ve kayıtsızlıklarıyla barışma ve hatta onların üstesinden gelme umudunu somutlaştırma çabasıdır. Grubu oluşturan bireylerin çizgisinin ötesinde ortak bir çizgisi yoktur. Olması için kopyacıların bir fırın ekmek yemesi gerekmektedir, ki bu da gündemdedir, ama şimdilik iddia düzeyindedir. Bu anlamda evet, kopya deneysel bir çalışmadır. Ve evet, bir projedir, ama projenin kendisi, onu gerçekleştirmek için yola çıkanların kafasındakiler kadar eklektik, muğlak ve desteksizdir. Destek, bilgiyle gelecek ve bilgi, varlığından haberdar olduğumuz ancak sahip olmadığımız bir söylencedir. Bilgi edinmenin önkoşulu ise üretimdir. Kopya, kendi çıkışsızlığını yarıp diğer tarafa geçmek için zayıf bir nokta arayışıdır. Maalesef kişisel bir çıkış arayışıdır; kopyacıların buluşma noktası (yine maalesef) son derece kişiseldir. Kendi özrüyle yaşayamaz hale gelmiş olanların kendini ispatlama çabasıdır (Kaybedenler kulübü gibi kendi utancını başkalarına yansıtmak değil şüphesiz. Alçakgönüllülük ve kendini bilmezlik iki uçtur, ilki ikincisine acımayla bakar!). Bu anlamda umut vaat eden ve yetersizliğinin bilincinde olan bir çabadır.



Kopyacının kendini ifade etme yolu genellikle fotokopidir. Ancak kopyacılık, okuma uğraşı çerçevesinde gerçekleşen bir dizi eylemin genel adıdır, sadece Kopya fotokopisiyle sınırlı değildir. Kopyacının hayal gücü, kayıtsızlığı, heyecanı ya da burnu büyüklüğü gibi faktörlere göre değişen farklı eylem tipleri vardır.

1) Kopya Bildiri

Kopyacı, yaratıcılığı ölmüş bilir. Son derece eklektiktir, bunun anlamı, tutarlı bir değerler kümesine sahip olmadan araçları ve amaçları birbirinden soyutlayarak kullanabilmesidir.

Bildiri örneğinde bunun karşılığı şudur: Malzeme, kitaptır. Kitap okumak yeniden öğrenilmekte ve öğretilmektedir. Bir kitap sayfası fotokopiyle çoğaltılır. Ve apartmandaki –ya da sokaktaki- bütün posta kutularına – şüphe çekmemek için kendinizinkine de koymayı unutmayın- veya rasgele bazılarına dağıtılır. Mekanlar isteğe göre çeşitlendirilebilir ama kural basittir: İsim yok, el yazısı yok, sadece okunması istenen metin var. Yakalanılırsa tanıtım amaçlı olduğu söylenir, son derece pişkin davranılır.

Artık onların da fatura dökümleri dışında okuyacak bir şeyleri olacak...

2) Tişörte kopyalama

Kamusal alanda canlı metin olma eylemidir. Ucuza tişört baskısı yapan yerlerde –ki böyle yerler var- tişört sırtlarına kitap kapağı ya da kitap sayfası bastırılır. Beğendiğiniz bir kitabın künyesi –yayınevi adı yok!-, alıntıya değer bulduğunuz bir sayfa bastırılabileceği gibi, kokuşmuş bir çok satan polisiyenin düğümün çözüldüğü ve katilin kim olduğunun anlaşıldığı son sayfası da tercih edilebilir.

Çok yakında, yazarlar imza günlerinde asetat kalemiyle kopya tişörtleri imzalıyor olacaklar...

3) Kitapçı işgali

Zaten sıkça başvurulan bir eylemdir, ama burada tekrar (ezber yolu) önem kazanır. Çeşitli kitapçılar kullanılır. Kopyacı, kitapçıya girip istediği kitabı seçer ve onu oracıkta okumaya başlar. Kural, kitaba asla zarar vermemektir. Kopyacı her gün aynı kitapçıya giderek kitaba kaldığı yerden devam eder ve mümkünse kimseden azar işitmeden kitabı orada bitirir. Kitap kamusallaşmış olur. Azar işitildiğinde pişkinlik esastır.

Kopyacının eylemleri daha da çeşitlendirilebilir. Bu eylemlerin varacağı bir yer olup olmadığını şimdilik bilen yok. Tekrar etmek gerekirse, kopya körlemesine gidiştir. Kopyacı körlemesine gidişten gocunmuyor...